İSTANBUL (AA) - ÜMİT AKSOY - Dr. Mustafa Tatçı, mutasavvıf ve şair Niyazi Mısri'nin tıpkı Yunus Emre ve Mevlana gibi kendisinden sonraki gelenek içinde tekkelerdeki sistematik derslerin en önemli yapı taşı olduğunu söyledi.
"Limmi'de Sürgün Bir Veli", "Divan-ı İlahiyat" ve "Yunus Emre Yorumları"nın yanı sıra bir çok esere imza atan Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Tatçı, Türkçenin önemli isimlerinden Niyazi Mısri üzerine AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
Tatçı, Mısri'nin hayatı boyunca yaşadığı sıkıntıların insanlığın ortak bir hali olduğunu belirterek, yazdıklarının da kendi hayatından izler taşıdığını ifade etti.
Mısri'nin "doğuştan hüzünlü" bir mizaca sahip olduğuna işaret eden Tatçı, "Bütün şair ve yazarlar, yazdıkları ve ortaya koydukları ürünlerle, hayatlarıyla, iç dünyalarındaki gerilimlere dair bizlere önemli bilgiler vermişlerdir. Bunlardan bazıları gerçekten de her manada mustarip, hüzünlü bir kişiliğe sahiptirler. Niyazi Mısri de bunlardan birisidir. Doğduğu ev, tabiri caizse, 'beytü'l hazan' (hüzün evi) gibidir. Onun gönül dünyası da bir hüzün evidir. O bu durumu şiirinde şöyle anlatır; 'Dışın içe hayalatı, için dışa zuhuratı/Birinden ol birine tuhfeler her-bar olur peyda'. Mısri, içindeki yangının aşkın peşinden giden Malatya'nın gönül çocuğudur." dedi.
- "Bir ömür o aşkı ve irfanı doldurmaya, bulmaya çalışan bir yol izlemiştir"
Mustafa Tatçı, mutasavvıflar başta olmak üzere şair ve yazarların iç ve dış dünyaları arasında sürekli bir alışverişin olduğundan bahsederek, "Burada dış alem içe, iç alem de dışa yansır. Bu ikisi arasında sürekli ve kopmaz bir ilişki vardır. Mısri Hazretleri, doğuştan aşık, arayış içinde olan, gönlü yangına düşmüş birisidir. Niyazi Mısri, aşkının peşinde sürüklenen, bir ömür o aşkı ve irfanı doldurmaya, aramaya, bulmaya çalışan bir yol izlemiştir." diye konuştu.
Niyazi Mısri'nin hem tasavvuf hem de medrese eğitimini bir arada tahsil ettiğini aktaran Tatçı, şu bilgileri verdi:
"Mısri, güzel bir aile ortamında doğmuştur. Babası Nakşibendiyye'den Ali Efendi isminde bir zattır. Dolayısıyla onun aileden aldığı bir tasavvuf kültürü söz konusudur. Öte yandan Mısri, medreseye de gitmişti ve oradaki klasik kültür birikimini almıştı. Burada ise iki kültür arasında bir çatışma vuku bulmuştur. Babası onun kendi tarikatında ilerlemesini istemiş. Mısri de medrese tahsilini sürdürürken önce Malatya, ardından Mardin ve oradan da Diyarbakır'a gider. Fakat o bu medrese hayatı boyunca istediğini bir türlü bulamaz."
- "Onun dili, süzülmüş bir Türkçedir"
Tatçı, Niyazi Mısri'nin medrese eğitimini bıraktıktan sonra büyük bir arayış devresi geçirdiğini aktararak, bu arayışın onun olgunlaşmasında önemli bir rolü olduğunu kaydetti.
Mısri'nin, gelenekle birlikte şekillenen Türkçenin önemli bir temsilcisi olduğuna dikkati çeken Tatçı, "Niyazi Mısri, bir Türkmen'dir. Şiirlerini okuduğunuz zaman, onun kullandığı Türkçenin güzelliğini ve berraklığını görmemek mümkün değildir. Onun dili, süzülmüş bir Türkçedir ve 'ilm-i ledün' dilidir. O bu dili, arayışla geçen ömründe kendisini mayalayanlardan edinmiştir. İçinde bulunduğu çatışmalar bir müddet daha devam etmiş ve bu durum onun dilinin gelişimine büyük bir katkı sağlamıştır." ifadelerini kullandı.
Dr. Tatçı, Niyazi Mısri'nin şair ama daha önemlisi bir "tasavvuf erbabı" olduğunun altını çizerek, şöyle konuştu:
"O, bizim nefis mertebeleri dediğimiz halleri tecrübe etmiştir. Çoğu insan bu hikayenin en alt basamağından yukarı çıkamaz. Kinimiz, kibrimiz, riyamız, öfkemiz, gazabımız, şehvetimizle en alt nefis mertebesinde takılıp kalırız. Tasavvuf, nefsimizle ilgili karşılaştığımız sıkıntıların ilacını bir mürşidin terbiyesine girmekte bulur. Mısri, bunu 'Mürşid gerektir bildire Hakk'ı sana Hakkal yakin/Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş' beyitleriyle özetler."
- "Metinsel olarak zirve olan eserler, aşk ve irfan dengesinin bir arada olduğu eserlerdir"
Tasavvuf edebiyatı içinde verilen ürünlerin "seyr-i sülük öncesi" ve "seyr-i sülük sonrası" olarak ikiye ayrılarak ele alınması gerektiğini vurgulayan Mustafa Tatçı, şunları kaydetti:
"Niyazi Mısri'nin de içinde olduğu ehlullah, yani Allah dostlarının divan tertipleri bu duruma göre yapılır. Örneğin Mevlana'nın 'Divan-ı Kebir' eseri, sülük öncesi bir eserdir ve o bir aşk, ateş parçasıdır. Hazret bu eseri için, 'Divan-ı Şems' tabirini kullanır. Burada tam manasıyla hakikat yoktur, aşk vardır. 'Mesnevi' ise bir irfan şiiridir. Divan-ı Kebir aşk, Mesnevi irfan makamının bir ürünü ve sonucudur. Bu Yunus Emre'de böyle olduğu gibi Mısri'de de böyle tecelli etmiştir. Metinsel olarak zirve olan eserler, aşk ve irfan dengesinin bir arada olduğu eserlerdir. Bunlar tasavvufi bir söyleyişle, fark ve cem dengesi olan mükemmel ürünlerdir."
Tasavvuf geleneğinin sadece şifahi olarak değil, yazılı olarak da aktarıldığını söyleyen Tatçı, Niyazi Mısri'nin eserlerinin de yazılı gelenek içindeki başat unsurlardan birisi olduğunu dile getirdi.
- "Mısri, Yunus Emre geleneğinin güncellenmiş ve yenilenmiş halidir"
Tatçı, Niyazi Mısri'in "Divan"ının "bir ders kitabı" hükmü gördüğünü aktararak, "Mürşid-i kamiller, Mısri'nin serüvenini bildikleri için Niyazi Mısri Divanı'nı bir tasavvuf ilmihali olarak kullanmışlardır. Niyazi Mısri'den önce Yunus Emre Divanı, ondan daha önce ise Farsça ve Arapça klasik eserler okutuluyordu. Bu anlamda İslam coğrafyası içinde Orta Asya ve Türkistan coğrafyasında Ahmet Yesevi'nin Divan-ı Hikmet'i, Anadolu'da ise Yunus Emre'nin eserleri tasavvuf ilmihali olarak hizmet görmüştür." dedi.
Mısri'nin, Yunus Emre ve Mevlana gibi tasavvuf edebiyatının önemli bir ismi olduğunu vurgulayan Tatçı, şunları anlattı:
"Mısri'yi de yetiştiren mürşidi Elmalılı Vahib Ümmi Hazretleri bir nutkunda, 'Biz Yunus'un sebakın (dersini) evliyadan okuduk/Gizli değil belliyiz şimdi zaman içinde' der. Biz biliyoruz ki hazreti yetiştiren isim Yiğitbaşı Ahmet Marmaravi'dir. Dolayısıyla Vahib Ümmi, hocasından, Yunus'un divanından ders gördük diyor. Bu anlamda tekkelerde mürşid hem 'sadırdan' konuşur ama aynı zamanda 'sistematik' bir ders de yapar. Bu sistematik ders, Yunus'un 'Divanı', Hazreti Mevlana'nın 'Mesnevi'si ya da Feridüddin Attar'ın 'Mantık't Tayr'ının okunmasıdır. Niyazi Mısri, tıpkı Yunus ve Mevlana gibi, kendisinden sonraki gelenek içinde tekkelerdeki sistematik derslerin en önemli yapı taşı olmuştur."
Tatçı, Niyazi Mısri'nin Yunus Emre'nin en önemli takipçilerinin başında geldiğini değinerek, "İki isim arasında 4 asra yaklaşan bir zaman dilimi var. Mısri, Yunus'un belki de en iyi öğrencisidir. O, 'Niyazi'nin dilinden Yunus durur söyleyen/Herkese bir can gerek Yunus durur can bana' diyerek nispetini Yunus Emre'ye bağlamıştır. Bizim kültür ve edebiyat tarihimizde tasavvuf dilini ortaya koyan üç büyük okul vardır. Orta Asya merkezli Yesevi okulu, Anadolu'daki Yunus Emre okulu ve son olarak da Yunus'un manevi öğrencisi Niyazi Mısri okuludur. Mısri, Yunus Emre geleneğinin güncellenmiş ve yenilenmiş halidir." açıklamasını yaptı.
- "Şiirlerinin manası evrenseldir"
Yunus Emre'nin sokak Türkçesini "ilm-i ledün" dili haline getirdiğinin altını çizen Tatçı, şu değerlendirmelerde bulundu:
"O, çarşıda pazarda konuşulan sıradan Türkçeyi başka bir forma taşımıştır. 'Çıktım erik dalına/Anda yedim üzümü' diyen Yunus burada, bütün kelimeleri bilenen ama manası ledünni olan bir şiir söylemiş, böylece sokakta konuşulan Türkçeye başka bir mana yüklemiştir. Yunus Emre'nin şifahi olarak başlattığı Türkçenin ledünni kılınmasını Niyazi Mısri tamamlamıştır. O, Yunus'ta anlaşılmayan noktaları, derleyip toparlayarak, daha güncel ve anlaşılır Yunusvari bir eser ortaya koymuştur. Niyazi Mısri, Türkçenin ledün dilini, yani nefs-i emareyle başlayıp nefs-i kamileyle biten nefis mertebeleri sürecinin Türkçe halini ortaya koymuştur. Bu seyir halinde derviş kendi halini artık Türkçe görüp anlayabilmektedir. Çünkü burada her makama hitap eden bir dil oluşmuştur."
Dr. Mustafa Tatçı, tarih içinde birçok unsurun değiştiğini, bununla birlikte insanın "özündeki hallerin" değişmediğini hatırlatarak, "İnsan nefsinin değişmeyen hali her durumda eğitilmeye muhtaçtır. Günümüzdeki farklı eğitim modelleri olsa da insanın, tasavvufi eğitimin klasik modeline ihtiyacı aynı şekilde durmaktadır. Niyazi Mısri'nin hayatı ve şiirlerinin o zamanın insanına söylediği hakikatleri, bugünün insanına da aynı şekilde söylemektedir. Çünkü onun şiirlerinin manası evrenseldir. Niyazi Mısri'nin kendi yolculuğundan elde ettiği hasıla ve bunu ifade ettiği şiirler, bugün bizim en büyük mirasımızdır." ifadelerini sözlerine ekledi.