Der Spiegel dergisinin online sitesinde yer alan bir yorumda başkanlık yarışını kazanan Donald Trump’ın ekonomi politikalarının olası etkileri ele alınıyor:

 “Seçilmiş Başkan vergileri indirmek ve devlet harcamalarını artırmak vaadiyle göreve başlıyor. Büyük bir altyapı programının büyük bir canlanmaya yol açacağını kaydediyor. Bu arada Trump, Amerikan devletini borçlardan da arındırmak istiyor. Tüm bunlar nasıl bir araya gelecek, orası bir muamma. Trump’ın iktidara gelmesinin dünya politikası için ne anlama geleceğine yönelik tüm güvensizliğe rağmen bir şey kesin: Eğer Trump, seçim kampanyası sırasında açıkladığı ham mali politikalarının sadece bir kısmını bile gerçekleştirirse, ultra düşük faiz dönemi sona erecektir. Sonuçları ise dünya genelinde hissedilecektir. Aşırı yüksek borçlanmanın olduğu bir dünyada ağır ekonomik şoklara hazırlıklı olmalıyız.”

Die Welt gazetesindeki bir yorumda ise ABD anayasasının bir kişinin mutlak güce sahip olmasını engellediğine ilişkin bir yorum öne çıkıyor.

“11 Eylül terör saldırıları sonrası Afganistan’da sona ermeyen bir savaş, Diktatör Saddam Hüseyin’e karşı çılgınca bir seferberlik ve işkencenin yeniden uygulamaya konduğu iki kez dört yıllık George W. Bush dönemi sonrası seçmenler açıkça iyiye doğru bir değişim istedi. Bu öyle ya da böyle Amerikan demokrasisinin doğasında yatıyor. Değişim üzerine inşa edilmiş çünkü. Açıkçası Anayasa’nın kurucu babaları kendilerine ve başkanlarının -Dönemin Kralı- mutlak gücüne çok fazla cesaret edememiş görünüyor. İki yıllık dönem sonrası güç sona eriyor ve dümene çoğunlukla bir diğer parti geliyor.”

Die Zeit gazetesinde Can Dündar imzalı yorumda Türkiye’deki yönetim şekline ilişkin görüşlere yer veriliyor:

“Darbeciler Meclis’i bombaladı, darbe karşıtları ise milletvekillerinin tutuklanmasına izin verdi.  Erdoğan, ‘Allah’ın lütfu’ olarak nitelendirdiği başarısız darbeyi gücünü sağlamlaştırmak için kullandı. Kendisine olan desteği başkanlık sistemi hayaline giden yolda bir basamak yaptı. Türk anayasası cumhurbaşkanına sadece sembolik bir rol öngörüyor. Ülke başbakan tarafından yönetilir, yasaları meclis yapar. Ancak Erdoğan bir önceki yıl Türkiye’nin yönetim şeklinin değiştiğini ilan etmişti .Gerçekten de Erdoğan anayasanın ihlali pahasına, sistemin DNA’sını değiştirdi, Başbakan Davutoğlu’nu istifaya zorladı ve Bakanlar Kurulu’nu sarayında toplamaya başladı. Parlamenter çoğunluk her hâlükârda ellerindeydi, hukuku da büyük ölçüde kontrol altına aldı. Böylece 'bizim için bir engel' diye nitelediği kuvvetler ayrılığını sona erdirdi ve kendini yasama, yürütme ve yargı üzerinde tek güç sahibi yaptı.”

Der Tagesspiegel gazetesinde ise “Elitlerin üç kağıdı, en yüksek mevkiye zarar veriyor” başlıklı, Almanya’da Cumhurbaşkanı Joachim Gauck'un halefi arayışlarıyla ilgili bir yorum dikkat çekiyor:

“Bellevue Sarayı, şu sıralar, talimatları oldukça uzun, karmaşık ve dışarıdan bakınca hiç de ilginç gelmeyen bir ‘Kim Kazanacak?‘ taktik oyununun bir parçası gibi görünüyor. Belki de Federal Cumhurbaşkanı bu oyunda bir joker kartı ancak başkaları tarafından çekiliyor. Oyun katılımcıları için açıkçası büyük ölçüde baştan çıkartıcı. Diğerlerinden çok farklı olmak isteyen AfD de oyuna katılıp bir isim önerdi.”

© Deutsche Welle Türkçe