ABD ve İngiltere, Kızıldeniz'de ticari gemilere saldıran Yemen'deki Husileri vurmak için Kıbrıs'taki askeri üsleri kullanırken ABD ve Avrupa Birliği (AB) de Gazze'deki Filistinlilere insani yardım için yine Kıbrıs üzerinden deniz koridoru oluşturma çalışmalarına hız verdi.
Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları, enerji taşımacılığı ve deniz yetki alanları rekabetinin de odağında yer alan Kıbrıs, son uluslararası gelişmelerin ardından yeniden gündemin ilk sıralarında.
Peki bu gelişmeler ikiye bölünmüş Kıbrıs'ın yeniden birleşme ihtimalini nasıl etkiliyor? Birleşmiş Milletleri'in (BM) yeni bir çözüm süreci başlatma arayışı sonuç verir mi?
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in askıdaki Kıbrıs barış görüşmelerinin yeniden canlandırıp canladırılamayacağını belirlemek için görevlendirdiği şahsi temsilcisi María Ángela Holguín Cuéllar, Ocak ayından itibaren Kıbrıs Rum ve Türklerin yanı sıra garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile başlattığı temaslarını sürdürüyor.
Kıbrıs'ın birleşmesi umudu var mı?
DW Türkçe'ye konuşan gözlemciler ise tarafların pozisyonlarının artık birbirinden daha da uzaklaştığını, görüşmelerin canlandırılabileceği konusunda çok da umutlu olmadıklarını söylüyor.
Prof. Dr. Erol Kaymak, "Artık taraflar arasında çözüm parametreleri konusunda uzlaşı bulunmamakta" ifadelerini kullandı.
Doğu Akdeniz Üniversitesi Öğretim Üyesi ve aynı zamanda Berlin merkezli Bilim ve Politika Vakfı bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı olan Erol Kaymak, Rumların 2017'de müzakere masasından kalktıkları Crans Montana Zirvesi'nden sonra Türk tarafının çözümün federal devlet ile sağlanabileceği fikrinden uzaklaştığına dikkat çekiyor.
Kaymak, "Ayrıca Kıbrıs Türk tarafı, resmi müzakerelerin başlatılması için egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescilini şart koşuyor, haklarının baki olduğunu teyit ettirmeye çalışıyor. Çünkü taraflar bildiğiniz üzere müzakere masasına eşit taraflar, Kıbrıs Türk toplumu lideri ve Kıbrıs Rum cemaati liderliği olarak oturuyor. Ama Rumların yine masadan kalkması ve müzakerelerin sonuçsuz kalması durumunda Türk tarafı bu sefer masadan yine eşitliği kaybederek kalmak istemiyor" dedi.
Atina merkezli Avrupa ve Dış Politika Vakfı'nın (ELIAMEP) kıdemli uzmanı Dr. Ronald Meinardus ise Kıbrıs'ta tarafların yedi yıl aradan sonra BM Genel Sekreteri'nin şahsi temsilcisi ile görüşmeye başlamış olmalarını barış görüşmelerinin yeniden canlandırılması yönünde atılmış "küçük bir adım" olarak nitelendiriyor.
Crans Montana'da tarihi bir uzlaşmaya çok yaklaşan tarafların pozisyonları arasındaki mesafenin artık artığına dikkat çeken Meinardus, "Bunu her şeyden önce Türkiye'nin iki devletli çözümün tanınması talebinde görebiliyoruz. Bu talep, Kıbrıs Rum tarafı için kabul edilebilir olmadığı gibi, yeni arabuluculuk girişimlerinin temelini oluşturması gereken BM kararlarıyla da uyumlu değil" görüşünü aktardı.
Kıbrıslı Rumların ve Türklerin Akdeniz'deki küçük adayı birlikte nasıl yönetmek ve idare etmek istemelerinin önem taşıdığını söyleyen Meinardus, "Ancak sorun şu ki, geçen her yılla birlikte tek bir siyasi çatı altında ortak bir gelecek isteği ve hayali azalıyor. Ayrıca şu anda Ankara'nın statükoyu (adanın bölünmüşlüğünü) değiştirecek bir çözümü kabul edeceğine dair hiçbir işaret görmüyorum. Aynı zamanda, Kıbrıs Rum tarafında da mevcut statükoyu (adanın bölünmüşlüğünü) kabul etmeye yönelik bir istek de görmüyorum" diye konuştu.
Düğümü BMGK mı çözecek?
Peki Ankara, sadece Türkiye'nin "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) tanınması" stratejisinden sonuç alabilir mi?
Alman uzman Meinardus, uluslararası toplumda iki devletli çözümün kabul edilmesi yönünde bir isteklilik görmediğini, Türkiye'nin çok yakın dostlarının bile buna mesafeli durduklarına işaret ediyor.
CATS uzmanı Erol Kaymak ise aynı görüşte değil. Guterres'in İyi Niyet Misyonu'nu sürdürecek bir ortak zemin olmadığına karar vermesi halinde hazırlayacağı raporun kilit önem taşıyacağını belirterek Kaymak, "Rumların çözüm planını 2004'teki referandumda reddetmesi sonrasında dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın uluslararası toplumu KKTC'nin tanınmasını yasaklayan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarını yeniden yorumlamaya çağıran raporunu" anımsatıyor.
Kaymak, "Bu rapor BMGK tarafından hiçbir zaman ele alınmamıştır. Bu nedenle Guterres'in İyi Niyet Misyonu'nu sürdürecek bir 'ortak zemin' olmadığına karar vermesi halinde benzer bir rapor hazırlayıp hazırlamayacağı ve bunun Annan raporundan farklı olarak BMGK'da ele alınıp alınmayacağı merak konusu. Türk tarafı için kısa vadedeki 'end game' yani ‘oyunun sonu' bu gibi görünüyor" dedi.
Azerbaycan gibi Türkiye'ye yakın olan devletlerin, Doğu Akdeniz genelinde de çıkarları olduğuna işaret eden Kaymak, "KKTC'yi doğrudan tanıma söz konusu olmayabilir ama ikili ilişkilerini ilerleteceklerine dair sinyaller var. Ve asıl kırılma noktası bu olabilir. Batı, Azerbaycan'ı bu konuda caydıramayacak diye düşünüyorum" görüşünü dile getirdi.
"Kıbrıs sorununun Avrupalılaşması ile karşı karşıyayız"
Ancak Kıbrıs, artık Türkiye-AB ilişkilerinin de kaderini belirleyecek ağırlığa sahip. AB'nin 29 Kasım'da kamuoyu ile paylaştığı Türkiye raporunda, ilişkilerin geliştirilmesi ve Gümrük Birliği'nin modernizasyonu için Ankara'nın Kıbrıs'ta iki bölgeli, iki toplumlu, tek devlet esasına dayalı federal bir çözümü desteklemesi şart koşuluyor.
AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, geçen haftalarda yaptığı açıklamada "Türkiye'nin AB ile yakınlaşmasının yolunun Kıbrıs'tan geçtiğinin" altını çizdi.
21-22 Mart tarihlerinde yapılacak AB liderler zirvesinde de Türkiye konusunda yine Kıbrıs vurgulu bir karar çıkabileceği belirtiliyor.
"Kıbrıs sorunun Avrupalılaşmasına" tanıklık edildiğini söyleyen Ronald Meinardus, bunun büyük ölçüde eşgüdüm halinde çalışan Yunanistan ve Kıbrıs hükümetlerinin AB'deki nüfuzlarını kullanarak Türk tarafına dolaylı yoldan, yani Brüksel üzerinden baskı yapmalarından kaynaklandığını aktardı. Meinardus, "Kıbrıs konusunda önemli bir ilerleme sağlanmadan, AB-Türkiye ilişkilerinde de kayda değer bir ilerleme beklenemez. Kıbrıs konusunda pozisyonlar düğümlenmişken, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde büyük bir ilerleme sağlanabilmesi konusunda pek iyimserlik göremiyorum" diye konuştu.
Tatar'a Berlin'de randevu verilmedi
Bu arada geçen hafta Uluslararası Turizm Fuarı için Berlin'e gelen Kuzey Kıbrıs Türk lideri Ersin Tatar'a Berlin'de randevu verilmediği öğrenildi.
Berlin'in bu tutumunu değerlendiren Ronald Meinardus, "Sayın Tatar'ın Berlin'de hiçbir resmi makam tarafından kabul edilmemiş olması, Alman hükümetinin iki devletli çözümü reddettiğini göstermektedir" dedi.
Erol Kaymak ise Almanya'nın Kuzey Kıbrıs'a yönelik stratejisini 2018 itibariyle revize ettiğine, bunun özellikle Ersin Tatar'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra daha da keskinleştiğine işaret ederek "Oysa 2019'da dönemin cumhurbaşkanı Akıncı, BM Genel Sekreteri Guterres ve Anastasiadis ile üçlü gayriresmi görüşme için Berlin'e geldiğinde, eşitlik adına Almanlar hassasiyet gösterdi, kendisi havalimanından polis eşliğinde kalacağı otele götürüldü. Şimdi ise Tatar ile görüşme bile yapmıyorlar" diye konuştu.
Almanya'nın strateji değişikliği ne anlama geliyor?
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in 11-13 Şubat tarihlerinde AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti'ne gerçekleştirdiği ziyaret Berlin'in strateji değişikliğinin önemli bir göstergesi olarak görülüyor. Cumhurbaşkanı seçildiği 2017 yılından bu yana Türkiye'yi ziyaret etmeyen Steinmeier'in Kıbrıs'a gerçekleştirdiği ziyareti, Almanya'dan cumhurbaşkanı düzeyinde adaya yapılan ilk ziyaret oldu.
Alman uzman Meinardus, bu ziyaretin çok büyük sembolik önem taşıdığına, Berlin'in AB'nin yanıbaşında giderek istikrarsızlık kaynağı haline gelen Doğu Akdeniz'e yönelik artan ilgisini gözler önüne serdiğine işaret ediyor. Türkiye ile Yunanistan arasındaki yakınlaşmada Berlin'in perde arkasında yürüttüğü gizli arabuluculuğun kilit rol oynadığını anımsatan Meinardus, "Alman diplomatlar Ege'deki gerilimin azalmasından övgüyle söz ediyorlar. Ancak Berlin, Kıbrıs sorunu çözülmeden Türk-Yunan anlaşmazlıklarına bir çözüm bulunmasının pek mümkün olmadığının da farkında. Bu çerçevede Berlin son yıllarda Kıbrıs'la ilişkilerini yoğunlaştırdı" dedi.
Alman tarafının bu temaslarda her fırsatta, "Kıbrıs'ın iki bölgeli federal bir devlet haline geldiği ve her iki etnik grubun da bu devletin yönetiminde temsil edildiği bir çözümü desteklediğini" dile getirdiğini vurgulayan Meinardus, Berlin'in Ankara'nın Kıbrıs için iki devletli bir çözüm talebini kategorik olarak reddettiğini belirtiyor.
Meinardus'a göre Kıbrıslı Rumlar, Türklerin Kıbrıs konusunda adım atması için Berlin'in Ankara'ya baskı yapmasını bekliyor, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde iyileşme yönünde atılacak adımlar da Ankara'ya uygulanabilecek baskı araçları, kaldıraç olarak görülüyor. "Ama bunun sonuç verip vermeyeceği ayrı bir konu" diyen Alman uzman, bunda Ankara'nın tutumunun belirleyeci olacağının altını çiziyor.
"Almanya'nın tutumu Ankara'nın işine yarayabilir"
Erol Kaymak ise Almanya'nın bir değişimden geçmekte olduğu, daha jeostratejik düşünen bir aktör olmaya yöneldiği ve bunun Kıbrıs'a bakışında da değişime yol açtığı görüşünde.
Steinmeier'in ziyaretiyle eşzamanlı olarak Alman hükümetinin Rum kesimine taaruz helikopterleri vermeyi onayladığına ve ilk defa Kıbrıs'ta görev yapan BM Barış Gücü'ne (UNFICYP) polis gönderme kararı aldığına işaret eden Kaymak, "Almanya tarafsızlığını yitirmeye başladı. Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında Rum tarafını sahipleniyorlar. Bu da aslında Kıbrıs'ın jeopolitik öneminin Almanya tarafından da algılandığını gösteriyor" dedi.
Bu gelişmelerin aslında Türkiye'nin işine yarayabileceğini söyleyen Kaymak, "Daha önce Kıbrıs'tan asker çekme, AB'ye üye olmanın bir bedeli olarak algılanıyordu. Ama artık Türkiye'nin AB üyeliği zaten gündemden düşmüş görünüyor, ayrıca madem bir çok ülke gibi Almanya bile askeri destek sağlıyor, Yemen'e operasyonlar Kıbrıs üzerinden de yapılıyor ve Gazze'ye insani koridor Kıbrıs üzerinden tasarlanıyor o zaman Türkiye de adadan askerlerini çekmeye yanaşmayacaktır. Dolayısıyla jeostratejik önemi artan Kıbrıs'a Türkiye de daha da fazla kök salacaktır" diye konuştu.
Erdoğan 31 Mart seçimlerinden sonra U dönüşü yapar mı?
Türkiye'nin 31 Mart seçimlerinden sonra Kıbrıs konusunda, ekonomide yaşadığı zorluklar nedeniyle AB'nin beklentilerini karşılayan tavizler verebileceği iddiaları için "Buna ihtimal vermiyorum" diyen Kaymak, sözlerini şöyle tamamladı:
"Kıbrıs'ta eşitlik çerçevesinde ilerlemenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Aslında evet, AB Türkiye'ye şartlar dayatmaya çalışıyor, ama Ankara da kendi şartlarıyla buna karşılık veriyor, caydırıcılığa karşı caydırıcılıkla yanıt veriyor. Yani Türk tarafı 'pozitif gündem çerçevesinde Rum tarafını dolaylı olarak tanımamızı bekliyorsanız, o zaman biz de aynı şekilde KKTC'nin de bir nevi tanınmasını istiyoruz sizden' diyor. Gümrük Birliği kapsamında Türkiye ve Rum tarafının bir ilişkiye girmeleri, Türkiye'nin Rum bandıralı gemilere uçaklara limanlarını açması Kıbrıs Türk tarafına izolasyonların kaldırılmasına bağlı olmalı. Kıbrıs Türk tarafının AB ile ticaret yapmasına sağlayan bir anlaşmaya ihtiyaç var."