AB'nin Lübnan'a, Suriyeli mültecilerin Avrupa'ya gelmesini önlemesi için 1 milyar euro yardım sözü vermesi, Brüksel’in düzensiz göçle mücadele politikalarını yeniden tartışmaya açtı.
AB'nin stratejisinin önceliği, Avrupa’ya gelmek isteyen sığınmacıların yola çıkmalarının bulundukları ülkeler tarafından engellemesi.
Bu nedenle AB, tıpkı 2016 yılında Türkiye ve daha sonra da Tunus ve Mısır ile olduğu gibi şimdi de Lübnan ile mülteci mutabakatı yoluyla, yani yapılacak mali yardımlar ile Avrupa’ya göçü önlemeye çalışıyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis'in bugünkü Beyrut ziyaretlerinin ana gündem maddesini de bu konu oluşturdu.
Beyrut'taki temasları sırasında açıklama yapan Ursula von der Leyen, Lübnan'a 2024-2027 yılları arasında tahsis edilecek 1 milyar euroluk mali yardım ile Suriyeli sığınmacıların kaçak yollardan Avrupa'ya gelmesinin önleneceğini söyledi.
Verilecek finansal kaynak ile Lübnan güvenlik güçlerinin teçhizat ve eğitim yoluyla destekleneceğine, insan tacirleriyle mücadelenin güçlendirileceğine dikkat çeken von der Leyen, ayrıca sağlık ve eğitim gibi alanlarda da yardımlar yapılacağını aktardı.
Lübnan'daki gelişmeler AB'yi endişelendiriyor
Suriye'de 2011'de patlak veren iç savaş sonrasında yaklaşık 1 milyon 500 bin Suriyeli Lübnan'a sığınmıştı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (UNHCR) göre ülkede kayıtlı Suriyeli sığınmacı sayısı 806 bin. Ancak Lübnan makamları gerçek rakamın çok daha fazla olduğunu, 2 milyonu bulduğunu söylüyor. UNHCR'ye göre Lübnan’daki Suriyeli sığınmacıların yüzde 90’ı yoksulluk içinde yaşıyor, 10 Suriyeli sığınmacının 9’u halen en temel ihtiyaçlarını karşılamak için yardıma muhtaç konumunda.
Ayrıca Lübnan'da 2019’dan bu yana ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor. Ekim ayında patlak veren Gazze savaşı sonrasında ülkenin güneyindeki Hizbullah ile İsrail ordusu arasında yaşanan çatışmaların daha da tırmanma ihtimali, bu ülkeden Avrupa'ya daha büyük bir göç akını yaşanabileceği endişesine yol açıyor.
Kıbrıs alarm vermişti
Cumhurbaşkanı Hristodulidis bir süre önce Lübnan'dan Kıbrıs'a kaçak yollardan gelen Suriyeli sığınmacıların sayısında büyük artış olduğuna dikkat çekerek AB'ye bu konuda önlem alma çağrısı yapmıştı.
Hristodulidis, ülkesinin daha fazla sığınmacıyı kabul edecek kapasitesinin bulunmadığını, mülteci kamplarında artık yer olmadığını söylerken göç istatistiklerini de paylaşmıştı. Buna göre teknelerle kaçak yollardan adaya gelen düzensiz göçmenlerin sayısı geçen yılın ilk çeyreğinde 78 iken, bu yılın aynı döneminde 4 bine ulaştı.
Lübnan Başbakanı Necip Mikati de geçen hafta yaptığı açıklamayla, AB'ye "Suriyeli sığınmacıların ülkeye geri kabülünde yardımcı olma" çağrısı yaptı. Mikati ayrıca ülkesinin güvenlik kurumlarına da daha fazla destek yapılmasını talep etti, yenilenebilir enerji, su ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında da kalkınma ve yatırım projelerine mali kaynak istedi.
İşte şimdi AB, bu alanlarda sağlanacak mali destek karşılığında Lübnan'ın Doğu Akdeniz'den göç akınını etkin bir şekilde frenlemesini, Avrupa'ya gelenlerin de Lübnan tarafından geri alınmasını talep ediyor.
"Suriye'ye geri gönderilsinler" talepleri gündeme getiriliyor
Kuzey Afrika ülkeleriyle benzer mutabakatlar imzalayan AB, Mart ayında da Mısır ile bir anlaşmaya imza atmıştı. AB, ekonomisi zorda olan Mısır'a 7 milyar 400 milyon euroluk mali destek karşılığında, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'den kaçakçılar ve insan tacirleriyle daha etkin mücadele bekliyor.
Kıbrıs'ın öncülük ettiği Lübnan ile mülteci mutabakatına AB'de özellikle Akdeniz'e kıyısı olan İspanya, İtalya ve Malta gibi üyeler güçlü destek veriyor. Hatta bazı üye ülkeler, iç savaş nedeniyle fiilen bölünmüş olan Suriye’nin belirli bölgelerinin "güvenli bölge" ilan edilmesini, Suriyeli sığınmacıların bu bölgelere geri gönderilmesini talep ediyor.
AB stratejisi ağır eleştirilerin hedefinde
Uluslararası Af Örgütü gibi insan hakları kuruluşları AB'nin politikalarına ağır eleştiriler yöneltiyor. Bu kuruluşlar, Suriye'nin güvenli olmadığına, ülkelerine geri dönen Suriyelilerin öldürüldüklerine, işkenceye, tecavüze maruz bırakıldıklarına dikkat çekiyor.
Suriye İnsan Hakları Ağı kurucusu ve başkanı Fadel Abdul Ghany, Lübnan'ın da Suriyeli sığınmacılar için güvenli olmadığını söylüyor. Londra'da yayımlanan The New Arab gazetesine konuşan Ghany, Suriyeli sığınmacıların Lübnan'da ayrımcılığa uğradığını, sömürüldüğünü ve haksız yere ülkedeki ağır ekonomik krizin günah keçileri haline getirildiklerini aktarıyor.
Para amaca uygun olarak harcanacak mı?
Siyaset sahnesinden de eleştiriler yükseliyor. Yeşiller partili Avrupa Parlamentosu milletvekili Erik Marquardt, mülteci mutabakatlarını "onursuzca yürütülen para ile dolu bavul politikası" olarak tanımlıyor.
Bu politikanın AB'yi aynı zamanda üçüncü ülkelerin şantajına açık hale getirdiğini söyleyen Marquardt, muhatap ülkelerin yönetimlerinin güvenilir olmadığına dikkat çekerek, "Eğer diktatörlerin bu paraları nasıl kullandıkları konusunda denetim sağlanamayacaksa, bu paralar verilmemeli" diyor.
Gerçi Lübnan bir diktatörlük değil ancak ekonomisi zorda olan bu ülke aynı zamanda ağır bir siyasi krize sahne oluyor. Ülkenin 2022'den bu yana bir cumhurbaşkanı yok ve başbakan da sadece geçici olarak görevde bulunuyor. Hizbullah ülkenin büyük bölümünün kontrolünü fiilen ele geçirmiş durumda.
Bu koşullar altında AB tarafından sağlanacak mali kaynakların gerçekten de amaca uygun olarak harcanıp harcanmayacağı konusunda ciddi soru işaretleri bulunuyor.
Tunus AB’nin Ruanda’sı olma yolunda mı?
Bu arada İngiltere'nin ülkedeki düzensiz göçmenleri Ruanda'ya sınır dışı etme projesi hararetli tartışmalara yol açarken, Tunus'un AB’nin Ruanda'sı haline gelebileceği iddiaları gündeme taşınıyor.
Kuzey Afrika ve Sahra Altı Afrika ülkelerinden Avrupa'ya kaçak göç için önemli bir geçiş ülkesi olan Tunus, AB'nin düzensiz göçün önlenmesi için mali kaynak sağladığı ülkeler arasında yer alıyor. İtalya da ikili düzeyde Tunus ile göçün önlenmesini de kapsayan, ekonomik iş birliklerini geliştirmeyi sürdürüyor. Son olarak iki taraf arasında üç anlaşma imzalandı.
Gerçi Tunus Cumhurbaşkanı Kays Saied, Nisan başında yaptığı açıklamada ülkesinin göçmenler için ne bir geçiş noktası ne de bir merkez olacağını yineledi. Ancak AB ile işbirlikleri bu ülkeden Avrupa'ya geçişlerde gerilemeye yol açmış görünüyor. UNHCR'nin 15 Nisan'da açıkladığı verilere göre Tunus sahil güvenliği yaklaşık 21 bin göçmeni Avrupa sularına ulaşamadan durdurdu ve geçen yıla kıyasla Avrupa'ya geçmeyi başaran kaçak göçmenlerin sayısı bu yılın aynı döneminde neredeyse yarı yarıya azaldı.
Said her ne kadar ülkesinin göç merkezi haline gelmeyeceğini söylese de Tunus fiilen göçmenleri ağırlayan bir ülke konumunda.
AB'ye "Sözde değerler" tepkisi
Avrupa Dış İlişkileri Konseyi'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika uzmanlarından Kelly Petillo, "AB'nin Tunus ile yaptığı anlaşma göçmen ve mültecileri AB'den uzak tutmak için tasarlandı, göçmenleri Tunus'tan uzak tutmak için değil" derken, hem İtalya'nın hem AB'nin Tunus ile anlaşmalarının mültecilerin ve göçmenlerin haklarını baltaladığını da söyledi.
Cumhurbaşkanı Said'in Tunus’ta demokratik kurumlara ağır darbe indirdiğini, aynı zamanda göçmenlere de baskı uyguladığını söyleyen Petillo, göçün önlenmesi ile ilgili anlaşmaların Tunus'un "güvenli bir ülke" olarak kabul edilemeyeceği gerçeğini de göz ardı ettiği görüşünde.
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün Tunus Direktörü Slasabil Chellali de aynı görüşte.
Tunus'taki göçmenlerin, sığınmacıların güvenlik güçlerinin ağır baskılarına maruz kaldıklarını anlatan Chellali, "Kaçmaya çalışanlar denizde yakalandıktan sonra ülkeye geri getirildiklerinde kötü muamele, keyfi tutuklamalar, gözaltılar ve toplu sınır dışı edilmelerle karşı karşıya kalıyor" dedi.
Bu yaşananların tek sorumlusunun Tunus Cumhurbaşkanı Said olmadığına dikkat çeken Chellali, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bu. AB'nin göç sorununu dışsallaştırma politikasıyla da ilintili. Çünkü AB, insan hakları ve sözde AB değerleri pahasına Tunus'ta göç kontrolünü finanse etmeye devam ediyor."
DW